Hayvan Barınakları Ve Mevcut Durumları Hakkında
Türkiye’de birkaç iyi örnek dışında binlerce barınağın durumu çok kötüdür. Gönüllü çalışmak isteyen kişiler bu barınaklardan uzaklaştırılmaktadır. Yerel yönetimlerle İşbirliği yolu tüm genelgelere , bakan imzasına ve talebine rağmen kapalıdır.
Burada çok kısıtlı alanda birbirlerinin üzerine çıkan hayvanların değil ilacı , veteriner hizmetleri yemeği suyu bile düzenli gelmemektedir. Oysa bir an önce kısa vade de ıslah için maddi kaynak aktarılmalı buraları barınaktan bakımevi rehabiltasyon merkezlerine çevrilmesi göz ardı edilmektedir. Uzun vadede ( önümzüdeki beş on yıl içinde )ise barınak kavramı tamamen hayatımızdan kesinlikle kaldırılmalıdır.
Gönüllü çalışmak isteyen dernekler , vakıflar kişiler rahatça buralara girmeli , denetim yapmalı idari personelle , yasadaki il hayvan kurulu ile işbirliği içinde çalışmalarına izin verilmelidir.
Yerel yöneticiler kaldırım taşını değiştirmeyi barınaklarda yaşanan drama son vermeye tercih etmektedirler..Orada binlerce can nefes almakta , hayata tutunmaya bile zorlanırken gözlerin kapatılması tamamen merhametsizliktir. ERDEK ‘te yaşanan barınakla ilgili sorunlar savcılıklara intikal ettirilmesine rağmen bugüne kadar hala ilgisiz yetkililer hakkında bir yaptırıma dahi dönüşmemiştir. Merhametsizliğin , duyarsızlığın en büyük örneği barınaklarda yaşanmaktadır. Oralar bir hayvananat bahçesi değil kimsesizler , öksüzler ve yetimler yurdu gibidir . yetkililer hala önce insan zihniyeti ile kasabalarını kurtarma peşindedir. Zihniyet hala 200-300 yıl öncesinin geri kalmışlığı iledir.
Kısırlaştırma yapılmadığı ve yurda kaçak olarak giren hayvanların önü kesilmediği sürece Istanbul’daki , Erdek’teki , Diyarbakır’daki ve adını daha bilemediğimiz bir çok yerde cins kedi köpeklerle buralar dolmaya devam edecektir. 5199 sayılı yasa ile barınak ile bakımevi kastedilmiş olmasına rağmen inadına bu yanlış anlaşılmak istenilmektedir. Halbuki bakımı yapılan , kısırlaştırılan , aşılanan hayvanlar yerine bırakılmalıdır. Musluk ana vanadan kapatıldıktan sonra zaten sokak hayvanı da kalmayacaktır. Ancak tavandan su akmaya devam ettiği sürece ne barınaklar ne kısırlaştırmalar ile de yerdeki suyu temizlemek bu şekli ile mümkün değildir.
Bu yukarıda sayılanlar hayvanların canları ön planda olduğu ve barınaklar adeta birer ölüm merkezi ve işkence odalarına dönüştüğünden daha dikkatle ve öncelikle dikkate alınmalıdır.
Öte yandan Türkiye , 5199 sayılı yasa yürürlüğe girmeden önce de hayvan hakarının temini bakımından bir çok uluslararası sözleşmeye imza atmıştır. Bunlardan en önemlisi 15.7.2003 tarihli EV HAYVANLARININ KORUNMASINA DAİR AVRUPA SÖZLEŞMESİNİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA KANUN dur. 1982 anayasamızın 90/son maddesine göre ise uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir.
Mevcut yasada tesbit edilen en büyük eksiklik ise gerek uluslararası sözleşmeler gerekse genel yasa olan Türk Ceza Kanunumuzla koordinasyonun tam olarak sağlanamamış olmasıdır. Istanbul barosu olarak yaptığımız bu değişiklik ile mevcut farklılıkları da özellikle cezai yaptırımlar bölümü ile gidermiş bulunuyoruz.
5199 sayılı yasada tanımlar bölmesinde HAYVAN BAKIMEVİ tanımlanmamasına rağmen bu kavramın ileriki madde değişikliklerinde de bu şekliyle geçtiği görülecektir. Uygulamada hayvan bakımevleri birer sağlık ocağı , veterinerlik ofisi , klinik hatta rehabilitasyon merkezi olarak çalışması gerekirken , bu merkezler maalesef insanlar tarafından terkedilmiş bir çok sağlıklı kedi ve köpeğin bulunduğu , “hayvan barınağı” adı altında çok kötü şartlarda ve adeta bu hayvanların yaşamaya mahkum edildiği , mekanlar haline dönüşmüştür.
Halbuki , hayvan bakımevine gelen tüm hayvanların tedavilerinin yapıldığı birer küçük hastane olması asıldır. Barınak olarak algılanıldığında hem buraya gelen yardıma ve bakıma muhtaç hayvanlar gerekli faydayı göremeyecek hem de insanlar barınaklara sahipli köpeklerini bırakmak konusunda teşvik edilecektir. Bakımevi müessesinin yardıma muhtaç hayvanlar olduğu sürece uzun yıllar hizmet etmesi gereken yerler olması düşünülürken “barınak” kavramının kesinlikle en kısa zamanda kaldırılması ve pratik hayata bu şekliyle geçirilmemesi asıldır. Barınak kavramı bu haliyle kaldığı sürece , geçici hayvan severlik hissine kapılan insanlar tarafından da “ nasıl olsa devlet onlara bakar “ zihniyetiyle terk edilmeyi de teşvik etmektedir.
Çünkü barınaklar aşırı yoğunluktan ve kullanım amacının dışında adeta birer ölüm kampı , hayvanların adeta zorlukla yaşamaya mahkum olduğu , zorla nefes aldığı , gözlerden ırak birer işkence merkezi , haline gelmiştir.
Olayın vehametini anlatmak için bir çift köpekten 6 yılda ortalama kaç köpek ürer eğer kontrol etmezseniz biliyor musunuz ? hadi tahmin edin…100 mü ? 500 mü ? 2500’e ne dersiniz ? abartıyorum galiba değil mi ? gelin şunu 5000 diyelim…ne kadar büyük bir rakam değil mi..düşünsenize kısırlaştırılmamış iki çift köpekten 5000 tane sokak köpeği üreyebiliyor…yani ortalama küçük bir kasaba boyutu kadar …..her yer it kedi dolabiliyor..bunun çözümü ise itlaf mı ? toplu zehirleme ya da vurarak kent ortasında katliam mı yapmak ? …siz zaten öldürmeye başladığınız zaman doğa yasası gereği onlar bir batında 4-5 tane yavru yapacaksa kendi türünü korumak için bu sefer bir batında 10-12 tane bile yavru doğurabiliyor….yani itlaf da etseniz , barınağa da tıksanız , onlara zulüm de yapsanız , yurtdışına da yollasanız , Büyükada’da atalarımızın yaptığı gibi oralara atıp aç da bırakıp birbirlerine parçalatsanız sorunu çözemiyorsunuz….Kaldıki bu durumlar çözüm olsaydı biz belki bu eğitime katkısı olsun 7sinden 70 ine herkes bilgilensin gözlerini kapamasın diye bu dergiyi bile çıkarmazdık değil mi ? Bu yavrucaklar , bu masum canlara gözlerimizi kapamaz zorunda kalmaz içimizdeki merhamet duyguları bu kadar yoğun olmazdı…
Bu arada ben size samimi bir itirafta bulunayım mı…? Yukarıdaki rakamı lütfen 5000den altmışbine çıkarın…! Unutmuşum 5000’de kalmış…6 yılda 60000 hayvancağız..sokaklarda barınaklarda trafik kazalarında…itlaf ekiplerinin zehirli iğnelerinde…Kısırlaştırma bile bu kadar sayı ile başa çıkamaz…hem maliyeti , hem emeği gereği…altı üstü iki kedi köpeği kısırlaştırmamanın ulaştığı rakamın korkunçluğunu size bir kez daha vurguluyorum…tam altmışbin…!
ÇÖZÜM :
Bu yazıda amacımız asla üzülmek şikayet etmek ağlama duvarı olarak birbirimize dertlerimizi anlatmak değil. Amacımız çözümü de göstermek.
O zaman okumaya devam edelim. Türkiye’ye kaçak yollardan ( yani ithal edilen ) getirilen yavru köpekler, 200 ila 1000 dolara satılsa da, hızla üremesi sonucu bir süre sonra sokak köpeğine dönüşmekte. Bu canların maliyeti ise özellikle bunları eski doğu bloku ülkelerinden getiren beş parasız pulsuz yattığı yerden para kazanan bayanlar sayesinde büyük bir ticarete dönüşmüş durumda. Bir başka deyişle , bunların maliyeti onlara ortalama 10-20 dolar arasında ve bu yavru canlar poşetler içinde havasız ortamlarda yurda kaçak olarak sokuluyor. Petshoplara geldiğinde ise bu köpekler zaten yavru olmalarının getirmiş olduğu sevimlilikle hemen satılıyor…
Satılamayan yavrular zaten sokaklarda…satılanları da benzer akıbet bekliyor..sonra bir bakıyorsunuz İsviçre Alplerinde yaşaması gereken St Bernard köpeği Marmaris’te sokak köpeği olmuş..Neden ? sahibi bakamamış..yavru iken zevkini tatmış..canı sıkılmış..tüyü var , pisliği var , komşum istemiyor , çocuğum bakamıyor diyip kendini de kandırıp bir barınağın önüne atmış ya da sıcak bir iklim de çöplerden beslensin diye terk etmiş..
Bu köpek sonradan ne yapar ? ne eder ? sakatlanır mı ? ilacını kim verir ? kim bir daha sahiplenir diye düşünmek yok ?
Sonra buyurun size 60000 tane cins sokak köpeği..itlafa hazır ..işkenceye hazır…kuduz vs gibi hastalıkların yayılmasına ve insan sağlığına tehdit…..
Biz İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu olarak , HAYTAP ile birlikte bir çok STK’nin de desteğini alarak 5199 sayılı Hayvanları Koruma Yasasında değişiklik önerisi üzerinde çalışıyoruz ve bu kaçak ithalatın/ihracatın durdurulması için yasa değişikliği vermeyi planlıyoruz. Tabii bu iş o kadar da kolay değil . bu işten , yani bu kanlı ve acımasız kapitalist ticaretten para kazanan , ekmek yiyen (!) bir o kadar da insan var..parasını kazandıktan ve yavru zevkini tadan insanlarımız oldukça da bunun önüne geçmek olası değil.
Öte yandan siz nasıl yurtdışına istediğiniz köpeği götüremiyorsunuz bu ticaretin bu aşamaya gelmesine neden olan gümrüklerde çalışan görevlilerin de birkaç dolar rüşvet uğruna bırakın hayvan katliamını kuduz vs gibi ülke insan sağlığına verdiği zararı da düşünün…yani 10-20 dolar rüşvet için oluşan pazara bakın..devletin vergi kaybı bir yana..kaçak ithalat adeta “Nataşa”lar sayesinde körüklenmiş durumda ve onların üretmesine ve satmalarına izin verdikleri bu canlar sayesinde bu hanfendilerin 1 haftalık istanbul tatilleri de bedavaya gelmekte…Nasıl olsa Eminönü , Kadıköy , Surdibi gibi yerler sağolsun zabıtalarca o kadar işleri varken ! bir de itle köpekle mi uğraşacağız bu sıcakta diye denetlenmemekte…ama belki ileride kendi çocuğunu sokakta ısıracak bir köpekten bulaşacak kuduz hastalığı bilinci olmayan devlet memurundan bunu mu düşünmesini bekliyorsunuz ? ya da bir kaymakamın kalkıp da ben görevimi yaptım benim altımdakiler yapmıyor diyerek kendisini kandırmasını mı beklemek gerekiyor ?
Artık bu döngü bir ticari sektör haline gelmiş durumda. Bu döngüden ciddi olarak para kazanan tacir insanlar ortaya çıkmaya başladı. Düşünebiliyor musunuz ? bu zavallılar üzerinden para kazanma gafletinde bile bulunabilen insanlarla beraberiz her gün ? Sizce bunu binlerce fog balığını öldüren , kürk için hayvanları öldüren , balinları katledenlerden ne farkı var ?
Maalesef son yıllarda Türkiye’de aydınların karşısına çıkan en büyük sorun da insanların içinde yaşamış bulunduğu hayat koşullarına göre bir tezat bulup onu yüzüne vurmaya çabalamak . Yani sırf kendini kandırmanın vicdani bir dayanağa oturması için karşısındaki yapacağı böyle bir suçlama ile kendi ruhunu tatmin etmektir Oysa bu memleketin sahip olduğu koskoca yüzyıllık çınarlarımız hala kesilmekte , her yıl Kıbrıs adası büyüklüğünde verimli toprağımız denizlere erozyon nedeniyle dökülmekte , köpeklerimiz kedilerimiz barınaklarda adeta bir nazi ölüm kampında yaşamaya mahkum edilmekte , atlarımız yenmek için mezbahalarda sıra beklemesi yasalar çıkarılmaktadır.. Yani bizler kendimizi kandırsak da , yaşanan gerçeklere gözümüzü kapasak da Erdek’te barınaklardan sorumlu bir bekçi can sıkıntısından köpekleri nişan tahtasına çeviriyor boş zamanında kovboyculuk oynuyor , belediye başkanı turizm sezonunu hayvanları zehirleyerek açıyor , Çorum’da hayvanlara tecavüz ediliyor , Diyarbakır’da barınak içinde hayvanlar açlıktan yeni doğurdukları hayvanları yemek zorunda bırakılıyor , Sivas’ta barınaklar bir türlü olması gerektiği olmadığı için hayvanlar birebirer işkence içinde can çekişiyor. Erdek’te , Ankara’da , İstanbul’da ve yurdun dört yanında tüm canlara karşı acımasız katliam devam ediyor.
İhaleyle barınak yönetmeye ve inşa etmeye kalkan ve bu işten her nasılsa kar elde etmek isteyen işini bilir , alaylı müteahitlerden tutun , yurtdışına gemiyle uçakla ( samur ,vizon ,pars ,ayı değil ) kedi köpek ihraç eden büyük iş adamlarına kadar… Hatta belediyelerden gelen paraları bilinçsiz olarak harcadıkları için ne kadar iyiniyetli olsalar da işi beceremeyen ama kendini kandıran , boş zaman eğlencesi olarak buralarda tutunmaya çalışanlar… Bu korkunç vahşi ticareti yapanların bahaneleri ise nasıl olsa hazır..: Ölüm kampı haline gelmiş barınaklar , Bu arada fırsat bulunca itlaf yapan belediyeler ve birbirini çekemeyen dernek yöneticileri. Yoksa yurtdışından gelecek ve sokak hayvanlarını öldürmek için “zehir” ya da kibar deyimiyle ötanazi ilacı almaya aracı olan , bunun karşılığında paraya boğulmak için aracı olmak isteyen dernekleri mi söyleseydim ?
Ne kadar acıdır ki , tüm bu yaşananlara rağmen bir avuç “bilinçli ve bilimsel metodlarla olaya yaklaşan gönüllü canla başla ülkemizde tüm canların haklarının savunulması içinde mücadele etmekte , fakat ko-medyamız her olayda olduğu gibi olayın hep pembe haberleri ya da medyatik olduğunu düşündüğü kavgalı gürültülü imajlarını yansıtmakla kalmakta bu da ortalama doğa sever insanı bile onlardan soğutmaktadır.
Tüm bu gizli sorunların yanında , ölüm ve işkence kampı haline gelen hayvan barınaklarıyla da sorun çözülemeyecektir. İthalat ve ihracat trafiği ile musluk tepeden akmaktadır ama bizler yeri temizlemekle uğraşmaktayız. Yani , aslında tüm enerjimizi musluğu kesmeye adamamız gerekirken biz hâlâ kendini hayvan sever diyen ancak belki sıradan vatandaştan hayvanlara daha fazla zarar veren kişilerin kaprisleri ile bilinçsiz olarak yapmış oldukları hataları temizlemekle zaman ve enerji kaybettiğimizi kime anlatabiliriz ? Hemen yanımızdaki “bizden” olan arkadaşımıza mı ?.
Küçük , insana özgü basit mücadeleler içinde aysbergin su üstündeki yüzeyini bile görmek istemiyoruz.
Bilgililerin ilgisiz , ilgililerin bilgisiz olduğu bu kısır döngüde insanlara gurur , onur , bağımsılık ve merhamet öğretmeden yatırım , kalkınma , ekonomi , ilerleme anlatmak her konuda olduğu gibi yalan ve sahte dünyalarımızda yaşamaya devam etmek istediğimizin , kendimizi kandırmaya devam ettiğimizin en güzel örneği olmaya devam etmektedir.
İşte tüm bu tespitleri gördükten sonra da , hayvan hakkından öteye YAŞAM HAKKINI savunmak o idealist dünyada bizlere bile utanç vermektedir.
Ahmet Kemal Şenpolat
İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Başkanı
Haytap Hukuk Danışmanı